31 Aralık 2010 Cuma

Mutlu Yıllar

Güzel bir yıl olsun artık!

23 Aralık 2010 Perşembe

Gençler Deplase Olunuz...

Bir nokta açık, deplasman aralarındaki şiddet dozu yüksek. Çünkü Türkiye'de deplasman böyle bir şey. Ama onca yoldan kazasız belâsız dönmemiz de tesadüf değil. Sonuçta, siz belanın üstüne üstüne gitmedikçe çoğu zaman şiddetin etkilerinden sıyrılabilirsiniz. tavsiyelerde bulunmayı pek sevmem ama yine de diyorum ki: gençler, deplase olunuz!

Özellikle gençlere söylüyorum çünkü bir yaştan sonra deplasman yorgunluğu bünyeyi sallayabiliyor. Dahası, yol arkadaşı bulmakta güçlükler ortaya çıkıyor ki, deplasman da tek başına çekilecek iş değil... Evet, deplase olunuz. Takım sevgisini rasyonel biçimde açıklamanız gerekmez ve takımınızı gerçekten seviyorsanız, deplasmanın meşakkatlerine değer. Şehrinizden yüzlerce kilometre ötede, takımınızın arkasında bir ses olursunuz, az şey mi? Doğru, futbol seyir sporu olarak çok güzel, seyircilik bir zevk. Ama "taraftar" olmak, seyirciliği de kapsayan ve bunun ötesine geçen bir şey. "Tribünde" olmak değil "tribünden" olmak, söylendiği gibi sürüye katılmak değil paylaşmak, belki zaman zaman kendini kaybetmek ama zaman zaman da kendini bulmak, yalnızca takımın en parlak günlerinde sokakları korna sesleriyle inletmek değil iyi günde kötü günde birlikte yürümek...

Elbette taraflarlar çeşit çeşit. Herkes maçlara bu ruhla böyle niyetlerle gelmiyor. Ama bu ruhla, bu niyetle gelenleri de kimse engellemiyor. Yani yine diyorum ki, deplase olun, taraftar olun, "tribünden" olun. Zaten, bence, seyirci değil taraftar olduğunuz zaman, tribün sosyalizme benzer. tribünle de sosyalizmle de bir kere buluştuktan sonra hiç ayrılmamak en iyisidir. Ama ayrılsanız bile, birlikte geçirdiğiniz zamandan miras, tanımı zor bir şeyi hep taşırsınız. O güzel bir şeydir. üstelik biz, "gitmeyin" sesleri arasında yollara düştüğümüz her haftasonunda yaşadıklarımızı ayrıntılarıyla hatırlıyoruz, hatırladıkça eğleniyoruz. Bize "gitmeyin" diyenler neler yaptılar acaba o haftasonlannda, aynı yükseklikte bir hatırlama ve eğlenme oranı tutturabiliyorlar mı? *


Pazar 13.30

Çetin Emeç Stadyumu


*Can Kozanoğlu-Futbol ve Kültürü(Tanıl Bora)

19 Aralık 2010 Pazar

Sadece 3 Puan Değil!

Bu maçın anlamı 3puandan daha fazlasıydı. Çünkü herkesin 3 puanı cebe koyduğu bir Malatya karşısında puan kaybı telafi edilemez olurdu.

O çamurda mücadele eden bütün takıma galibiyet için teşekkürler.

Unutmadan! Burası Trakya, burası Lüleburgaz! Nolur vazgeçin kolbastıdan. Biz de sizinle beraber yaşayalım galibiyet sevincini!

13 Aralık 2010 Pazartesi

Ali Sami YEN'i Anlamak...


Fakirliğin kol gezdiği 1940'lı yıllarda G.Saray'da A 4 sınıfında okuyan öğrenciler olarak stat için elimizde avucumuzda ne varsa verdik. Sonra futbolcu olarak unutulmaz başarılar yaşadım. Bir tarih kapandı ama anılar hep gözümün önünde.
Ali Sami Yen Stadı'nın bende çok büyük hatıraları var. G.Saray Lisesi'nin Ortaköy'deki ilk kısmında okurken, G.Saray Kulübü'nden bir talep geldi. 'Stat yapacağız' dediler ve 'Sizlerden maddi destek istiyoruz' diye de ricada bulundular. Her sınıfa gittiler ve G.Saray'ın böyle bir stada temel harcı olarak bizlerin vereceği katkıyı büyük bir yüreklilikle istediler. Hepimiz coşmuştuk.
Makbuzlar, 5 ve 10 kuruşluktu. Bu söylediğim aşağı yukarı 1940'larda olan bir olaydır. Paranın özellikle talebelerin cebinde çok az bulunduğu bir zamandır. Ama biz gidip de verilen haftalıklarımızı herhangi bir yerde sarf etmektense hatta makbuzsuz, karşılıksız kulübün bu girişimine faydalı olmak dileğiyle cebimizde ne varsa verdik.
ARTIK G.SARAY'IN DEĞİL
Yıllar da geçse diyorduk ki 'hatırlanacağız...' İşte bak bugün hatırlanıyoruz.
4-A sınıfındaki arkadaşlarımın çoğu rahmetli oldu ama benim gibi hala yaşayanlar var ve G.Saray'ın yaptırdığı bu stada hep beraber para verdik diye o günkü mutluluğumuz halen devam ediyor. Bazen buluşuyor, yıllar öncesini hatırlıyoruz. Ne güzeldi o günler. Ama şimdi stat G.Saray'ın değil.
G.Saray Lisesi'nin ilk kısmını bitirdikten sonra Beyoğlu'ndaki Lise'ye geçtik. Zaman öyle çabuktu ki, birden bire kendimi lise kısmında buldum. Lise takımında santrfor oynuyordum. G.Saray'ın A takımında ise kaleciydim. O zamanki lig maçları Ali Sami Yen'de oynanmaya başladı. Zira bizlerin zamanında tribünleri olmayan ama sonradan tribünleri yapılan bu statla G.Saray övünüyordu. Deniz tarafına tribün yapmıştı kulüp. Harcadığı para da 200 TL'ydi. Ama o zamanlar bu para büyük paraydı doğrusu. Antrenmanlara gelirken tabii ki tramvaylara biniyorduk. O zamanlar Şişli deposunda iniyorduk. Zira daha ileriye ray yoktu. Ve Bülent ağabey önde, gençler arkada, Mecidiyeköy'deki stada doğru yürüyorduk. Baraka gibi soyunma odamız vardı. Topraktı saha. O zamanlar çim sahada oynamak harcımız değildi...
PIRLANTAYA KARŞI TENEKE
Her antrenmandan sonra iki kolumda ve dizimde olan kanamaları masörümüz Baba Yorgo temizler tekrardan bizi maça hazırlardı. Günler su gibi geçti. G.Saray kalesinde oynamanın yanı sıra kaptan da oldum.
Sene başında saha çimlenirdi sonra o çimenler gider yerini toprağa bırakırdı. En önemlisi o zamanki başkanımız Suphi Batur, bize Ali Sami Yen'i anlatırdı. G.Saray'ın nasıl kurulduğunu izah ederken ağlar, bizi de ağlatırdı. Bu bir üzüntü ağlaması değildi, doğrusu G.Saray kurucusu Ali Sami Yen'in G.Saray'da yaptığı iyi şeylerden dolayı kendisine gösterdiğimiz sevgi ve saygıdandı.
Ali Sami Yen'in gözleri şimdi yaşlı. Nedeni G.Saray onu terk etti. Pırlanta yüzüğü bir teneke yüzüğe tercih ettik. G.Saray'ın yeni stadı var deniyor.
İnanın içimden gidip bakmak bile gelmiyor. Ali Sami Yen'de galibiyetler, zaferler kazandık. Şampiyonluk kupaları aldık. Yenilmedik mi tabii ki yenildik ama bu yenilgiler bizi hiçbir zaman yıldırmadı. Sonunda arzuladığımız yere ulaştık. İşte o Ali Sami Yen'in gözleri yaşlı demiştim.
ALİ SAMİ YEN AĞLIYOR
Dikkat ederseniz G.Saray oradaki son lig maçını kaybederken Ali Sami Yen'in kemikleri sızladı. Sulu kar şeklinde yağan yağmur, sanki Ali Sami Yen'in gözünden inen yaşlar gibiydi.
Herhalde aradan bir gün geçmesine rağmen kurucu başkanım Ali Sami Yen hala ağlıyordur. Ne diyeceksiniz, G.Saray son maçında bu formaya yakışmayacak şekilde yenildi ve herkesi üzüntüye itti. Şimdi herkes düşünüyor; G.Saray nereye gidiyor diyorlar.
Bunun cevabını kim verebilir?

Turgay Şeren

12 Aralık 2010 Pazar

afili parçalar (madde 33: karanlıkta nüfus sayımı)

33. karanlıkta nüfus sayımı

Babamın öldüğü gün birine âşık olmuştum. Bazen böyle olur, her şey üst üste gelir. Metrodaydım, boş yerler vardı ama en köşede ayakta duruyordum. Onu düşünüyordum, romantik şeyler değil, bir buluşma ayarlayabilmek gibi pratik şeyler ve kaç istasyon sonra inmem gerektiğini de düşünüyordum diğer yandan. Yirmi bir yaşındaydım o zaman, ama çarklar hep döner, her yaşta döner. Büyük bir kentteysen bir sürü gereksiz şey bilmen lazım yoksa kendini salak gibi hissedersin. Sonuçta inmem gereken istasyonda indim. Eve gittim. Herkesin yüzünde aynı ifade. Ölüm haberi vermek zorunda kalanların yaşamaktan duydukları tatlı utanç. Bunlar çehrelere asılı açık kanıtlardır. İlk insanlardan bu yana incele incele bu hale gelmişlerdir. Bir gün öyle bir dil gelişecek ki tek laf etmeye gerek kalmayacak. Herkesin yüzünden anlaşılacak ne demek istediği. Neden diye sordum, ölüm sebebi yani. Söylediler. Gerçek yaşama sevincini görmek istiyorsanız mezarlıklara gidin, orada gezen insanların yüzlerine bakın.

İhtiyar gassali hatırlıyorum babamı yıkadığı mermerin önünde. Beyaz sakallıydı. Ama rüyalara giren aksakallı dedeler gibi değil, Hemingway gibi. İşini seviyordu ve çok konuşuyordu. Bu tarz işleri yapan adamların fazla konuşmaması gerekir. Ama o bunu takmıyordu. Bir sürü şey sordu. Cevap vermedim. Cevap alamadığı her sorudan sonra ayrı ayrı şaşırıyordu. Büyük bir samimiyetle şaşırıyordu. Konuşulmaması gereken yerler vardır. Çocuklara ve ihtiyarlara anlatamazsın bunu. Hepsi doğal anarşist.

Cenaze günü çok soğuktu. Sonra hep uyumak istedim. Doğal sakinleştirici. Sevdiğiniz biri öldükten sonra yaşama tekrar devam etmek bisiklet kullanmayı öğrenmeye benziyor. Ama yokuş aşağı giden bir bisiklet oluyor bu. Dengeyi sağlamanın tuhaf coşkusundan bahsetmiyorum burada ya da sadece bundan bahsetmiyorum. Kafayı gözü yarmak üzere olmanın korkusundan da bahsediyorum. Ne demek istediğimi sahiden anlıyor musunuz?

Sonra zaman geçti. Zaman hiçbir şeyi düzeltmez. Daha beter de etmez. Zamandan bağımsız şeyler bunlar. Karanlıkta uzanıp bir sigara daha yakmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Babam öldüğü için değil. Âşık olduğum için değil. 21 yaşında olduğum için değil. Öyle olması gerektiği için.

Sonra biraz içtim ve telefona sarıldım. Bu adil bir şey değil. İki taraf için de. İnsanlar sizin alkollü olduğunuzu anlar ama bellekleri bunu böyle kaydetmez. Çünkü gelen sadece sestir. O sesin üstüne en ayık halinizi yerleştirir bellek. Bellek böyle namussuz bir orospu çocuğudur işte. Sizi üçkâğıda getirmek için elinden gelen her şeyi yapar. Hepimiz yanlış hatıralara sahibiz. Öyle yaşanmadı onlar. Hatıralarını yazan ihtiyarları düşünün, kitabı bitirdikleri zaman öleceklerini bilirler, o yüzden bitiremezler bir türlü, yaşamak için sallamayı sürdürmeleri gerekir.

Onu aradım ve seni seviyorum dedim. Çarklar durdu, yargılama bitti. Hayatımda ilk kez çekip gitmek istemiyorum. Şimdi bile utanıyorum söylediklerimden. Herkesin kalbinin çizildiği bir yer var. Orada görünmez bir duvara çarpıyorsun. Daha öteye gidemiyorsun. Bütün dünyan o çakıldığın yerden uzanabildiğin yere kadar oluyor artık. Benim çakıldığım yer de o günlerde bir yerde işte. Ama tam nerede bilemiyorum. Hiçbir zaman da bilemeyeceğim bunu. Orası beni daha iyi bilecek.

Sonra konuşalım dedi. Sonra konuştuk. Hastanenin karşısındaki otoparkta. Otoparkın bir köşesini oto yıkamacıya çevirmişlerdi diğer köşesini çay bahçesine. Çok amaçlı grotesk bir yer. Ne konuştuğumuzu yazmayacağım. O kadar da değil. Çünkü bunlar özel şeyler. Zaten ben hayatımı anlatmak istemiyorum ki. Yaşadıklarımı düşünerek oradan bir sonuca varmak istiyorum sadece. Sanırım demode bir yazarım. Genellemeleri seviyorum ve noktayı koyduktan sonra ardımda iyi kötü bir anlam bırakmak istiyorum. Artık bunun bir anlamı kalmadığını düşünsem bile böyle yapıyorum. Lanet olsun, öyle alıştım çünkü, nasıl başlarsa öyle gider.

Sonra yine zaman geçti. Zaman geçmesi önemli değildir. Sanırım bundan bahsetmiştik. “O zamanlar bir şeyleri reddetmeye ihtiyacım vardı ve sen tam bunun üstüne geldin,” dedi. “O kadar iyiydin ki o zaman. Annem sanki bu yüzden yedi ay daha yaşadı. Ne demek istediğimi sahiden anlıyor musun?” Anlıyordum. İki karışlık mesafede, birbirimizi göremeden uzanmıştık. Kaç kişi olduğumuzu bilemeden uzanmıştık o karanlıkta, yanımızdaki ölülerle beraber uzanmıştık. Karanlıkta nüfus sayımı şöyle yapılır. Yaşayanlar bir sigara yakar.

Emrah Serbes

11 Aralık 2010 Cumartesi

Elveda...

Karını, kışını, yazını, soğuğunu gördük... Şimdi sen ellerimizden gidiyorsun. Betonun ruhu olur mu? Olur... Elveda Sami Yen...



Bu gitmeler gitmek değil...

7 Aralık 2010 Salı

Zûlm ile abad olan sonunda berbad olur...


Copu ölümüne sallayan, kimyasal gazı böceğe sıkar gibi sıkan memur, sözüm sanadır.
İnsan dediğin düşünür. İtiraz etmeyen koyundur. Bugün iki ayağının üzerine dikilmişsen, düşünen ve itiraz edenlerin yüzü suyu hürmetinedir.
Sen bir yoksul çocuğusun. Hali vakti en yerinde olanınızın bile, size ‘vurun’ diyenlerin zibilliğindeki çöp kadardır varlığı. Varlığınız ancak onların zibilliğine armağan olabilecek kadardır.
Bunları unutma, aklının -varsa eğer- en sağlam yerine yaz!
Bu zulüm düzeni, bu bezirgân saltanatı, biraz da sana bunları düşündürtmemek üzerine kurulu.

Candan aziz evlat
“Bu da bir ananın, babanın evladı” demeden vurduğun gençlerin içinde senin kardeşlerin var. Herkese eşit eğitim hakkı istiyorlar. “Bunun bana ne zararı var?” diye bir an olsun düşünmez mi insan?!
Senin meslekteki büyüklerin, vaktinde aynı talepte bulunanlara aynı zulmü uyguladığı için, sen doktor değil de polis oldun. Bunu da aklının -kaldıysa eğer iğdiş edilmeyen bir yeri- aha işte oraya yaz!
Vurduğun gencin yaraları üç-beş güne kalmaz sağalır. İçeri attığınız sonsuza kadar orada kalmaz. Ama sen vurduğun her copla canından aziz bildiğin kendi evladının artık bir polis bile olamamasını sağlıyorsun, farkında mısın? Onların zibilliğine yeni çöpler yetiştirmek için mi bu kadar iştahın, öfken?
“Zulmün artsın ki zeval bulasın” lafını yoksul anana sor, ne dehşetli bir kökü olduğunu, nice zalimin sonunu rezil ettiğini sana kendi meşrebince anlatacaktır.

Kan bulaşığı silinmezmiş
Zulümleriyle efsane olmuş abilerin vardı. Vurdukları yerde kan biterdi.
Belki çoluk çocukları vardır, onların hatırına adlarını yazmayacağım.
Ellerindeki kanı kırk derenin suyu temizleyemedi. Ağlaya ağlaya kafasına sıkanları duyduk. Kan bulaşığı silinmezmiş, sonradan anladılar.
Kana bulaşan ellerle masum yavrular sevilemezmiş, geç öğrendiler. Bir sevgiliye dokunulamazmış, bilemediler.

İş bitince...
İşleri bittiğinde bir kerhane çaputu gibi fırlatılıp atıldılar.
Ve ancak o çaput kadar insanlığın hafızasına yazıldılar.
Bunları, sütünü emdiğin fukara ananın hatırına, hâlâ insanca çarpan bir yüreğin varsa eğer, oraya yaz.
Yaz yaz da nereye kadar?
En iyisi yazmayı bırak, oku, düşün, itiraz et!
Bu toz duman dağıldığında kendi çirkinliğinle baş başa kalma.
Her gecenin bir sabahı, her zulmün bir sonu vardır.
Vurduğun gençlerin adaleti, sana bu emri verenlerin aklına ve kalbine sığmaz.

Kendi geleceğin
Yoksul, yoksulu kokusundan tanır. Onlara sığın, seni hayatında hiç görmediğin bir insanlıkla kucaklayacaklardır.
Bu gençlerin düşlediği dünya gerçekleştiği gün, onlar oturup, “Bu insanlar bundan da iyisine layık” diyerek yeni düşler kuracaklar, emin ol...
Kendi geleceğini de karartma.
Vurduğun kendi çocuğunun geleceği ve onurudur.
Bu sözüm de sana bu emri verenlere...
Bundan sonra vuramayacaksınız! Kendi bedenimizi de onların yanına koyacağız. İki birden büyüktür. Kuzuyu kurda boğdurtmayacağız!

Sıtkı Süreyya Önder
07/12/2010- Radikal

Yaşasın Kış Geldi


Bıktık yalancı bahardan, hazandan. İçimiz üşüsün az biraz...

6 Aralık 2010 Pazartesi

Fluminense!



Brezilya'da şampiyonun rengi YEŞİL-KIRMIZI!!!

5 Aralık 2010 Pazar

İçimiz Isındı

Kış gelsin gelsin dedik. Tam olarak bir günde geldi. Bu soğukta, o çamurda maçı kazanmak önemliydi kazandık. Samet'in frikik golü olmasa başka türlü gol atmamız zordu ama kazandık işte.
Frikikten önce tüyo geldi tribünden. Kerem Abi bizimleydi. Bunların kalecisi top kaleyi bulsun alır içeri dedi. Dediği de oldu. Neredeyse kaleyi tutan tek şut 3 puan.

Comche'nin dediği gibi mühim olan kötü oynarken 3puan almak.

3 Aralık 2010 Cuma

Sözümüz Söz

İki haftadır dışardaydı Burgaz. Tekrar eve dönüyoruz Nilüfer maçıyla. Kazanmak istiyoruz artık.

Pazar saat 13:30