30 Kasım 2008 Pazar

Y.Bosna-LÜLEBURGAZ

Sabah kalkınca bu maça gitsem mi gitmesem mi ikilemendin sıyrılıp kendimi metroya attığımda, kırk yıllık Bayrampaşalı amcamı yatağından kaldırttım. Kuzene: "Söyle amcama onu maça götürüyorum" dedim. Eve vardığımda Beşiktaşlı amcam, dün akşamki yenilginin sinirinden hala kurtulalmamış,"yıllarca top oynayan adamım demek ki ben bu toptan anlamıyorum amcacım diye" serzenişlerini şahsıma ilettmişti.
Stada vardığımızda hayretler için de kaldım. Bu stadda mı daha 4 sene öncesine kadar süper lig maçları oynanıyormuş? Pes doğrusu! Vefa stadından biraz hallice,işte anca zemin karşılaştırmasında Vefa stadını geçer Bayrampaşa Çetin Emeç Stadı...
Maç öncesi amcama bizim topçuları tribünün en önünde anlattım. O sırada arkamda Boşnakça konuşmalar almış başını yürümüştü. Bir ara dedim acaba ben İstanbul'un göbeğinde değilim de Novi Pazar'da mıyım? (Gürcan'a selam ederim!)

Maç başlarken oyun sistemimiz yine 4-5-1. En önde Erçağ arkasında Tolga. (Ah şu Avrupa'dan ya da Süper Lig'den maç izleyip kendi takımını da öyle oynatan Türk hocaları...) Geçen haftaki maçta ikinci yarının en etkili adamı Talha onların arkasında. Ulaş-amama ise sol açıkta her zamanki gibi bal yapmayan arı misali. 5 dakikada belli oldu her şey Y.Bosna zayıf ne ortasahaları iyi ne de kanatları... Arka arkaya üç pas bile yapamadıkları dakikalar da başlayınca oyunu rakip sahaya yıktık! Zaten gol de ilk yarım saat dolmadan geldi. Erçağ'ın sağdan kestiği ortaya (bu maçın da ilk yarısının en etkili adamı) Talha kayarak kafayla vurdu. İkinci gol de peşinden geldiğinde Erçağ birkaç haftalık suskunluğun ardından geri dönmüş oldu. İlk yarı sona erdiğinde Talha ile Bosnalı topçulardan biri ufak çaplı sürtüşme ve soyunma odası önünde itişmeler kakışmalar... Bu sebepten mi bilinmez ikinci yarı başlamadan kenarda 6 numaralı tabelayı gördüğümde eyvah dedim yine önde olmanın vermiş olduğu durum ve bu sürtüşmeden dolayı, Talha'nın yerine Başar girdi ve çift ön liberoya döndük dedim. Oysa oyunu yönlendiren tek ortasahamız Talha'ydı. İkinci yarıda ilk yarı gibiydi ve Tolga da oyundan daha 55. dakikada çıktığında tek forvetliliğimizi perçinlediğimizde (ki Tolga forvet arkası oynamıyor ama hocaları ısrar ediyor) Bosna'nın hali kalmamıştı ve üçüncü gol de Erçağ'dan geldiğinde, Bosnalılar tribünleri boşaltıyordu. Sonrası malum gereksiz sertlikler ve kaçak atılan toplara döndü,Bosna ilk etkili şutunu son dakikalarda çekiyordu. Anlayacağınız Bosna'nın durumu çok zor bundan sonra.

Gelelim dikkatimi çeken bir noktaya. Erçağ gol atıyor Tolga dışında kimse tebriğe yanına gitmiyor! Tolga da oyundan çıktıktıktan sonra, attığı ikinci golden sonra tek başına korner direğinde seviniyor. Başkana bu gol senin gibisinden işaret yapıyor. O sırada Burgaz'dan maçın durumunu sormak için arayan Vedat Abi'ye durumu anlattığımda; "Tolga ile ikisi Zeki Hoca'yı yediler işte " diyor. Bu arka arkaya üç mağlubiyeti açıklar mı bilmiyorum ama bu maçta yaşanan durum kafamı karıştırdı.Ve haftaya -ki adına "çatırtı haftası" demek gerek- zirvenin ilk dört takımı birbirleri ile oynarken işlerin çok da olumlu olmadığını görüp endişeleniyorum.

Maçı futboldan gerçekten anlayan ve Bayrampaşa sahası yapılmadan önce yerinde olan toprak sahada fırtına gibi esen amcamla izlemek ayrı bir keyif oluyor benim için. Eski günlerden bahsediyor, anektodlar veriyor. Amcam ki; Bolusporlu,Fenerbahçeli Fedai [Karabaş]'nin Kartaltepespor'dan takım arkadaşı. Amcam takım kaptanı ve takımın on numarası. Ama işte başlamadan solan yetenekler -ne yazık ki- den biri oluyor. Kuyruk sokumundan sakatlık yüzünden, onu almak için gelen Tekirdağlı yöneticiler takımın ikinci adamı Fedai ile anlaşıyorlar...
Son olarak 3.Lig tüm kalitesizliği ve seyir zevkinden uzaklığı ile futbol severleri memnun etmiyor. Ve bu zevksizliği izlemek için 10 ytl isteniyor. NOKTA!

Ya Hep Ya Hep


Biz hala bir şekilde inanıyoruz...
Sizde artık inanın! Kazanın...
Maç saati:13:30
Bayrampaşa Çetin Emeç Stadyumu

Tierra giderse maç bilgisini alırız.

29 Kasım 2008 Cumartesi

Herkes İçin Futbol


Herkes İçin Futbol (HİF) hakemlerini arıyormuş.

Şartları şunlar:
"• Sağlık Kurumundan hakemlik yapabileceğine ilişkin sağlık raporu almak,
• En az 15, en çok 55 yaşında olmak,
• Savcılıktan adli sicil bilgilerini gösterir belge almak,
• 18 yaşından küçükler için kaza-i rüşt veya anne ve baba muvafakatini almış olmak.

Eğer şartlarınız tutuyorsa başvurunuz onayladıktan sonra başlayacağınız eğitimin ilk aşaması internet üzerinden e-öğrenme teknolojisi kullanılarak yapılacaktır. Bu sebeple başvuru formunuzu doldururken TC kimlik numaranızın, e-posta adresinizin ve cep telefonu numaranızın hatasız yazılmış olduğuna dikkat ediniz. "

Bu da başvurunun linki:

Bir El Sallarsın...



12 Aralık'ta Tierra'mız asker...

Yandım Yandım

Hangi yasak iki kalbe bedeldir söyle!
Sitem etsem dünyaya avunmaz kalbim.
Hangi yasak bedeldir ikimize?
En tatlı rüyadan uyandım

Bertuğ Cemil&Nilgül düeti

28 Kasım 2008 Cuma

Menüden Kalanlar...


Sabah 8de verilen söz ancak 9:30da tutulunca öğlen gibi kapağı Bakırköy'e atabildik.Tierra'da Garanti ile verdiği savaşı kazanınca yolumuzu Mecidiyeköy'e çevirdik.Biletix'den de biletleri teslim alınca yavaş yavaş içimiz kıpırdamaya başladı alkol için.Tierra'nın gönderdiği enerjilerle(Secret izlemiş kendileri.)maç saati yağmur yağmayacağına inandırdık kendimizi.Dumlupınar tayfasının güzel insanları Özkan ve Kutay'la buluştuktan sonra karar Bazooka yönünde çıktı.Meltem Mecidiyeköy civarlarına ayak bastığında 2şişe bitmiş,biralara geçilmişti.Cilamızıda yapıp eski açıkta yerimizi aldık.Zaten votka dışında günün en güzel anıydı herhalde sahadaki parçalı forma ve beyaz şort. Hele o beyaz numaralar-fontlar. Resmen gözlerimiz kamaştı. Alkolle coşan bünyeden ve bulununan açıdan dolayı maçın geneli ile ilgili pek bişey söyleyemem ama Lincoln dışında sahada çabalayan yok gibiydi.
Maç çıkışı,metrobüs girişinde yaşanan Tierra-polis ikili mücadelesi bu garip günün sonu oldu. Tierra her maç sonrası söylediğini evde tekrarladı;
Bir daha maç öncesi içmeyeceğim ben ya...

Buradan Onur'a açık istek...
Amerika'dan bir derbi yazısı istiyoruz.

27 Kasım 2008 Perşembe

Günün Menüsü


Sabah 8 arabasıyla İstanbul, ver elini Bakırköy ve Tierra. Sonrası havaya kalmış durumda...
Şu anda tek belli olan saat 20:00 olduğunda ASY'de olacağımız...

26 Kasım 2008 Çarşamba

Sümela




Sümela Manastırı

foto by Özkan Muşdal

Pankart #2


LÜLEBURGAZ-Üsküdar


Kamusal işler ve "Hafta Sonudur Trakya Zaten Sarhoştur" etkinliğinden sonra pazar akşamı İstanbul'a döndüğümde internet bağlantımın 1000 küsürüncü yokluğu,kopukluğu,kesikliği,hiçliği yüzünden maç için söyleyeceklerimizi şimdi yazabiliyoruz...Ne diyim büyüksün Kablonet! Sen olmasan internet hayatım sönük geçicek...
Üsküdar ile yenişemiyoruz bir türlü! Geçen sezon da 2 maçı kaybetmiştik. Maçtan önce hocamız değişmiş, sahaya çıkan kaptanımız değişmiş.Ortsahada rotasyona girilmiş ama bir tek Ulaş olduğu yerde ve bizi daha maçın başından sinir etmeye başlamış! Üsküdar'ın ileri uç elemanları iyi,özellikle Tahir... (Geçen sezon bizim takımın kadrosunda olup da oynatılmayan genç Tahir.) Koşan ve önde basan Üsküdar'a karşı ilk yarı çok zorlandık. Nedeni açık ortasahada var bir şeyler... Tutmuyor bir türlü dikiş! Futbol 15 sene öncesine göre daha hızlı oynanıyor. İster Barcelona olun, ister Lüleburgazspor; dirençli bir ortasahanız yoksa işiniz çok zor. Sezon başından beri ,galip geldiğimiz maçlar da dahil, karşı takımın ortasahaları en çok öne çıkan topçular oluyor!
Ortasaha olmayınca Erçağ bir saha bir sola bir geriye koşmaktan yoruluyor. Burgaz çocuğu Tolga da, o çocukluk işinden ekmek yemeye devam ediyor, sürekli düşen bir performans. Ve de anlamsız bir şekilde Erçağ ile forvette oyun içi değişimlerini, çapraz koşuları yapamıyor. Ya uzak Erçağ'a, ya da yapışık oynuyor.
60'tan sonra Üsküdar oyundan düşünce 1 gol ve 4 tane de net gol pozisyonu buluyoruz ama o topu kaleye ikinci kez sokamıyoruz.Maç da 1-1 bitiyor...
Gelelim hakem hadisesine. Süper ligde, hani o penaltıları, elleri,kolları, ofsaytları görmeyen hakemler var ya; işte onlar bu sahalardan yetişiyorlar. Kariyerlerinin daha başında eyyam yapmaya alışırsan böyle gidiyor Türk hakemliği! Blanka yazmış çıkan olayları! Ben de yazıp canımı sıkmak istemiyorum bir daha... Şu kadarını diyeyim. Bizim sahamız olmuş kolay deplasman, rakiplere korku vermiyor! Hatta o kadar vermiyor ki, bir densizin (o da Üsküdarlı topçu kadar suçlu) bizim tribünden attığı taşı alıp aynen tribüne atıp bir taraftarın alnını yarabiliyor. Yani kan çıkartıyor! Maç sonu Lüleburgaz emniyet müdürüne de kıçımızı yırtmak kalıyor:"O 13 numara (eşofmanlı ) yı alsanıza..." Boşa tabii bütün nağmeler, ordan birahaneye gitmeler...

25 Kasım 2008 Salı

Demoralize Haller...


Daha ilk golden sonra o 5 dakika önce oynadığın futbolun nolduğunu hatırlamazsan normaldir yenilmek. Bu kadar mı pamuk ipliğine bağlı bu iş? Milyonlarca dolarları alırken, asgari ücretle yaşamaya çalışanların iş ahlakının 10da 1ini gösterememek nedendir?
14milyon avro verilen adam neden sağa sola koşunca alkışlanır? Golü atacağı an ne arıyorsun sol açıkta?
Belki benden detaylı ya da tarafsız bi Fenerbahçe yazısı çıkmaz ama Kazım'ın golü attıktan sonraki hali bana Fenerbahçe'nin bu sezonunu özetledi...
Yanlış hatırlamıyorsam aynı golü geçen sene ya Psv'ye ya da CSKA'ya atmıştı Kazım. Bu senin yapabildiğin bişey. Neden laubali bir şekilde arkanı dönüyosun? Kendine neden inanmıyorsun?
Benim gördüğüm bu sezon ki Fenerbahçe, Kazım'ın golden sonraki halidir.Ama dedim ya ayda yılda bir Şampiyonlar Ligi maçı izleyerek yorum yapmak sağlıklı değil.
Umarım yeteri kadar objektif bakabilmişimdir.

Ertem Şener için herhangi birşey konuşmak istemiyorum.

En baba Kazım...

not:Koreo fotolarını daha yeni görebildim. Don't give up the fight demiş Ck ve Unifeb. Sahadakilerle tam bir tezat...

baba'dan

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne."O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü.Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın ve zaten genellikle O daha az sever seni, senin O'nu sevdiğinden.Çok sevmezsen, çok acımazsın. Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.Senin değillermiş gibi davranacaksın.Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.Çok eşyan olmayacak mesela evinde. Paldır küldür yürüyebileceksin.İlle de bir şeyleri sahipleneceksen, çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.gökyüzünü sahipleneceksin, güneşi, ayı, yıldızları... Mesela kuzey yıldızı,senin yıldızın olacak."O benim." diyeceksin. Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan birşeylerin...Mesela gökkuşağı senin olacak. İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.Mesela turuncuya, ya da pembeye. Ya da cennete ait olacaksın.Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...

Can YÜCEL

24 Kasım 2008 Pazartesi

Tatangalar


Sakarya tribünleri her takımın tribününden kaybedilen isimleri teker teker pankartlarına taşımışlar.
Helal olsun Tatangalar'a!

Sadece bunu alıp koyuyorum ama çok önemli bir iş yaptı Sakaryalılar.Bizim fotolarda Volkan'ın bağlantı probleminden dolayı daha koyulamadı...

Birçok şeyi aldın ama...

Gel de al bende kalan şarkıların var...



Eğdim Başımı Yürüyorum...

Nice Yıllara Kaptanım...


Doğum günün kutlu olsun Cesur Yürek...

Bülent Korkmaz biz de...

Bu arada 250. post

23 Kasım 2008 Pazar

Hakem Faciası

Yalova'nın ve Tepecik'in yenildiği haftada puan kaybetmek çok kötü oldu.
1-1!
Maçla ilgili çok şey var. Volkan yazar nasılsa ama artık yeter...
Adam gibi hakem gönderin şu Burgaz'a!
Yoksa bugün yaşanan olaylar daha başlangıç olur!

Hafta sonudur Trakya zaten sarhoştur!

Fena geçti haftasonu...
Varsın hep böyle olsun. Kardeşlerimle olsun.
Seviyorum lan hepinizi.(Amerikalı ve sürgündeki prens, sizi de çok özledim ve seviyorum.)

22 Kasım 2008 Cumartesi

Trak orda bırak...

Aslında bu akşamın hikayesi dünden başladı. Volkan'la Burgaza döndüğümüzde amaç dolaptaki binboayı patlatmaktı... Ama şartlar uygun olmadı. Arpa suyuna bol bol talim ettik iki akşamdır. Dün içerken iş çıkışı comche başkanı alırız diye konuştuk. Aldık ta. Akşam yemeği öncesi birer kahverengi şişe yuvarlandı ve 20:30 için sözleşildi.
20:30u beklerken tierradan geldi kötü haber.Lokal kapali diye. Bizde nostalji yapıp Arkadaşa geçtik.İlk arpa suyundan sonra Sezin ablamız sayesinde kapağı Trak pub a attık.
Sağolsun ablamız sayesinde kuytu köşe(çok da güzel bence) bir masaya geçip kaldığımız yerden devam ettik.
Buarada önemli bir not Arkadaş Birahanesi Türkiye'de en çok Tuborg satan mekanmış.(Yakışır)
Çalan şarkılar ve sürekli artan promil seviyesi ile comche başkanla derinlere daldık.(Aslında ben derinlerdeyim, beni çıkarmaya uğraşıyorlar.)
Gecenin sonunda comche ve Sezin ablamızı uğurladıktan sonra soluğu tepede alma planları yapmıştık.Ama shell'de Kemal amcayla karşılaşınca muhabbetler başka konular üzerine yoğunlaştı.
Ama tepeye çıkmadan eve girilmezdi. Birer tanede tepede Burgaz'a,kendimize içtik.(senden nefret ediyorum küpe fm.)
İçiyoruz da içiyoruz bu aralar...

20 Kasım 2008 Perşembe

Son Şans


Pazar saat 14:00'te içerde Üsküdar ile oynayacağız.Takımın son şansı.
Samsunspor ve Çaykur Rizespor'un eski çalıştırıcılarından İsa Turan ile ilk defa sahaya çıkıcak takımımız.
Kazanma dileğiyle...

Laf Ola Beri Gele...


"TARİH DEĞİŞİKLİĞİ İSTEDİĞİMİZ KABUL EDİLMEDİ"
Sezgin, Ankaraspor maçının tarihinde değişiklik yapılması isteklerinin reddedildiğini açıkladı.

Milli takımlarda bu hafta 7 oyuncularının görev yaptığını dile getiren Sezgin, şöyle devam etti:
"Bu hafta Kewell'in Bahreyn, Meira'nın da Brezilya'da olması nedeniyle cumartesi günkü maçın pazartesi gününe alınmasını talep ettik. Federasyon'un tüm üyeleri Avusturya'da olduğu için telefonla görüştük ve talebimiz reddedildi. Bir gerekçe olmadan bu talebimizin reddedilmesini manidar gördük. Milli takıma her takım gibi oyuncu gönderdik. Milli takıma bu kadar oyuncu vermiş bir takımın talebi reddedilmemeliydi. Ankaraspor da maçın ertelenmesine karşı çıkmazdı sanırım. Bu kararı doğru bulmuyorum. Eğer biz milli takımlara bu kadar oyuncu veriyorsak ve her 3 günde bir maç oynuyorsak, Futbol Federasyonu'nun, futbolcu sağlığını düşünerek mantıklı bir şekilde dinlenme olanağı vermesi gerekir. Bu, asli görevlerinden biridir. Federasyonun bu konudaki gerekçesini anlayamadık."

Be hey profesyonel insan evladı, daha geçen sene Konya'da pazartesi maç oynayıp Leverkusen'e gittik diye ortalığı birbirine katmadık mı?
Yoksa perşembe Uefa Kupası maçının olduğunu mu bilmiyorsun?
Git nolur git!!!

Hep anılsın diye....

Bir ayrıılık türküsü ölüm,
Rabb'imin yazdığı kaderin bir cilvesi.
Cilve demişler ya; ölenle ölünmez,
Ama ölenle yaşanır arkadaş,
Sanki hiç gitmemişçesine ...
Kendi gitse bile, adi hep anılsın diye ...

Başı sağolsun herkesin....

19 Kasım 2008 Çarşamba

Kalbim Ege'de Kaldı.


Bu yazıyı dün gece yazmayı planlıyordum fakat bünye artık iflas ettiği için uyumak mecburiyetinde kaldım.
İzmir'de dün sadece acı vardı, omuzomuza olan binler vardı.
Karşıyaka'da Özgür için, Balçova'da Anıl'ımız için.
Kara haberi alınca ve bu haber vize zamanına denk gelince kara kara düşündük ne yapabiliriz diye.Kardeşimize son görevimizi yerine getirmek bizim için herşeyden önce geldi.
Kütahya'da ilk defa hastanedeki doktorlardan güleryüz gördüm ve raporlarımızı alıp, kardeşimize doğru yola çıktık.
Gerisinde,İzmir'de çok şey yaşandı... Dedim ya iki yakada birden acı vardı dün.
Kardeşimizi,canımızı,Anıl'ımızı Balçova'nın tepelerinde bırakıp geri geldik.;
Ama kalp orada kaldı...
Yüzüklerin Efendisi filminde kral Theoden'in ettiği bir laf vardı;

''Babalar çocuklarını gömmemeli.'' diye.
Hele dedeler torunlarını hiç gömmemeli...

Bir daha yolumuzun İzmir'e ne zaman düşeceği belli olmaz ama artık İzmir'e gittiğim zaman ilk işim Anıl'ıma gitmek ve ailesini ziyaret olacak.

Anıl'ım...
Kardeşlerin sen hiç unutmayacak.
Huzur içinde uyu Koca Adam!...

Futbol=Hayat


Genç ölümleri yaşadığımız şu birkaç günde... Bir de Onur'un blogunda bu fotoğrafı görünce... Yukardaki denkleme inanmaya başladım ben de...

17 Kasım 2008 Pazartesi

Issız Adam #2


Çağan Irmak! Sinemanın öykücüsü. Öykücü değil yalnız. Sinemaya ait öykülerin üstadı. 5.filminde böyle başarılı olursa ben kendisini üstad yaparım. (Maliyeciyiz ya kağıt üzerinde, diplomanın soğuk mühründe, neyse...)

Sevgili kardeşim Emre'yi ve diğer bütün sevdiğim insanları derinden etkilemiş bu film. Ama ne film... Öykü ve sinemanın görselliği öyle bir buluşmuş ki, insanın birazdan İstiklal'den hızlı hızlı yürürken Ada'ya çarpacağı geliyor, Issız Adam'ın restoranında penne fetucini yiyeceği geliyor. İçine alıyor film... Ve ilk perdenin sonunda başka bir evrende uyanıyorsunuz. Ve ikinci perde... Hayatlarımız... Acılar ve hatalar... Hayallerimiz. Hepsi peşpeşe akıp gidiyor beyaz perdeden!

Giden ve geride kalan, ikisi de acıyormuş ama hangisi daha çok acıyormuş filmden çıkaramıyoruz bunu. Çağan Irmak bize bırakıyor bunu. Bir bakıma da hangisi sizin öykünüz diyor! Emre bu konuda yazmış aşağıda var, onu da okumuşsanız üstüne ben de bir tirad geçmeyeyim.

Ben ağlamadım. Ama fena takıldım. Ve benim için de Ada'nın dediği gibi "ikimize mutlu bir son yazdım"! Hep takılırım buna. Birileri hayatınıza girer ve sonra çıkar! Bir sondur o an ama, düşünürsünüz devam etseydik ikimizin birlikte olduğu son nasıl olurdu diye... İşte ben oraya takıldım!

Çağan Irmak bizim günlük hayatta yaptıklarımızı, yanlışlarımızı,sevinçlerimizi,korkularımızı, hatta ettiğimiz küfürleri sinemanın büyüsüne o kadar güzel işliyor ki; bizim farkında olamadığımız bir hayatın dışına çıkartıyor. İnsanın sine(masal) öyküsü bu diyor...

Yıllar sonra karşılaştığımızda hep "iyiyiz"deriz. Aslında içerlerde bir yerde iyi değilizdir o an... O an değilizdir! İnsan işte acılarını ve yaralarını taşıyor içinde, en dibe gömse de... Bir gün "iyiyim" diye geçip gidiyor! Ama o an aslında... Neyse...


...


Ölüm adın kahpe olsun...

Anılımızı kaybettik bu gece...

Başımız Sağolsun...

1984-...

16 Kasım 2008 Pazar

Ev Yapımı Mojito

Ev arkadaşınız yaz sonunda Bacardi seti alır! İçinde 7o lik bacardi rum, bir tahta tokmak ve mojito bardağı vardır. Ben tabii Trakyalı bir ev arkadaşı olarak içki ile çok arası olmayan ev arkadaşına gazı veririm ancak ev arkadaşı o sırada mali müşavir olmaya çalışmakta ve gece gündüz sınava çalışmaktadır. "Şu sınav hele bir geçsin der" ve beklenir! Yaz biter ev arkadaşı mali müşavir olur ve bu gece maçtan sonra eve gelirim ve olaylar gelişir...

Ömrü hayatımda bir kere mojito içmişim o da barmen bir arkadaşımın bize beleş içki içirdiği günlerde... Yıllar önce... Yaparken izlemiştim kendisini. Artık aklımda ne kaldıysa ve de bir yerlerden tarifini okuyup daldım mutfağa...

Taze nane yaprakları,esmer şeker ve limon suyu (nereden bulayım limeyi ben) bardakta tokmak yardımıyla ezilir. İçine göz kararı (bana göre Trakya işi) Bacardi ve kırık buz eklenir (bolcana olsun)! İçine birkaç limon dilimi eklenir ve üstüne soda eklenir. Bir de pipet yardımıyla karıştırılır. Afiyetle içilir...

İstanbul soğumuş, üstüne biz içimizi de soğutuyoruz. Şimdi Küba'da olmak vardı anasını satayım...

Önemli Not: Bizim mojito resimdekine tam benzemese de, evdekilerden geçer not aldım.

Klasik Parçalı Forma ve Beyaz Şort


Alt Başlıklar:

-Arda Turan
-Hasan'ın Tesbihi


Televizyonda görür görmez tüylerim diken diken oldu nedense... Özlediğimizden mi? Şu ruhun geri çağrılması bize yaradığından mı bilmiyorum? Diken diken olan tüylerimi Melih Gümüşbıçak efendi eski haline döndürdü. "Değişik bir forma ile çıkmışız!" Bak sen... Televole kültürü onunda beynini sulandırmış, Galatasaray'ın forma klasiğini bilmiyor adam... Allah'tan Musa Abi "Metin Oktay (kendi tabiriyle) görmüş" insan olduğundan, durumu hemen düzeltti. Benim bildiğim Musa Çözen sövmüştür bunun kulaklığına ya neyse... Konumuza dönelim. Biz bu formayı Ali Sami Yen'de görmek istiyoruz! O kadar...

Arda Turan umarım bir şeyin yoktur. Umarım şöyle yorgunluğun vermiş olduğu bir şeydir. Sen oyna biz çoşalım yine! Geçmiş olsun.

Hasan Şaş! Adanalı tesbihini almış tribünden izliyor takımını... Sen abilik yap bu takıma yeter diyesi geliyor adamın. Duyduk ki Arda'nın yanından bir dakika ayrılmamış. Hep böyle kal cana yakın...


Issız Adam


Ben bugün bir film izledim... Hatta yüksek ihtimalle kendimi izledim. Ama devamı yok gibiydi. O salonda, bu evrende ve nefes aldığım herhangi bir yerde.
Giden olamamanın ne demek olduğunu Ada ile tekrar gördüm ben bugün.

''Sen ordaydın ve benimle birgün tanışacağını bilmiyordun.''

Gidipte mutlu olmamanın ne demek olduğunu Adam'da gördüm. Issız Adam'da gördüm..
Hiç kimseyi takmadım. Hiç kimseyi. Bıraktım kendimi. Ada'ya ve Adam'a ağladım.
Gözümden süzülen her damlada neden aşık olduğumu hatırladım. Kendimden kaçabilmeyi çok isterdim ama ben ne o Adam'ım, daha çok Ada'yım...

''Karların üstünde donmak üzeresin, uyku tatlı geliyor şimdi ama aslında öldüğünün farkında değilsin...''

Issız Ada'm...
Sen dizime yattın, ben bir hikaye anlattım ve sen büyüdün.

1litre


Bazı günler vardır ki geride ne başka bişey kalsın istersin ne de herhangi bir düşünce...


Bu gece rakıya sarıldık...

Ne vardı sanki? Ne vardı? Geriye kalan olmayı başaramamak...

13 Kasım 2008 Perşembe

12 Kasım 2008 Çarşamba

Bond Kızları










Dünkü postta Bond kızları ile ilgili birkaç yorum dönünce, 32 kısım tekmili birden bugüne kadar ki tün Bond kızlarının listesini çıkardım. (Aslında wikipedia'dan kopyala yapıştır yaptım mazur görün beni.) Favorim Ursula Andress belirtmiştim. Ne de olsa ilk Bond göz ağrım... İkinci sıraya Fransız güzelliği Sophie Marceau'yu koyarım. Ve son olarak da Halle Berry!

Noluyor Orda

Gölcükspor-LÜLEBURGAZSPOR=1-0

3 haftada 3 yenilgi... Noluyor orada? Birileri izah etse de biz de aydınlanasak! Yoksa bu işin sonu karanlık... İlk yarı fırtına gibi esen takım 2.yarı bu kadar nasıl kötü oynayabilir? Liderlikten 4.lüğe inebilir?

Açıklayın bize bu karanlığı!..

11 Kasım 2008 Salı

Quantum of Solace


İtalya,Haiti,Avusturya ve Bolivya ajanımız yine yollarda... Aston Martini parçalaması ise filmin başında beni mest etti! Güzelim araba paramparça ve Bond'un elinde bu sefer süpersonik araçlar, aletler ve otomobiller yok! Varsa yoksa bir cep telefonu ve ona merkezden yardımcı olanlar...
Çevre sorunlarına eğilen bir film ama bir macera filminden beklendiği kadar. Çok da abartmalarına gerek yok çünkü bu siyasi ya da politik bir film değil! Ama kapitalizmin güç ve çıkar ilişkilerine de dokundurmadan geçmemişler.
Bond kızı Olga Kurylenko... Ukraynalı kızı fantastik bir kıza dönüştürmüşler. Filmde annesi Rus babası Bolivyalı bir ajanı canlandırıyor. Ya çok iyi bronzlaşmış ya da film boyunca sürekli krem sürmüşler suratına...
Ve Daniel Craig... Askeri bir ajan gibi oynuyor oysa Bond karakteri bedeni kraliçeye ruhu özgürlüğüne adanmış bir karakter. Ve bence bunu yansıtan tek adam Sean Connery. Üstüne tanımam!
Son olarak quantum of solace'ı teselli zerresi diye çevirirsek, çok komik olur.

10 Kasım 2008 Pazartesi

Eskidendi Çok Eskiden


Psikolojik,travmalojik,lanet,uğurzusluk .... Her Kadıköy mağlubiyetini böyle mi değerlendireceğiz? Bıktım ben... İstatisklerde ilk golü atan kaybetmiyormuş. O da yalan olmuş maç sonu! Futbol bu istatistik kaldırmıyor. Ama Galatasaray'ın kaldıramadağı bir şey de var. Mücadele... Antep ve Benfica usta ayaklara sahipti ama mücadele gücü yüksek değildi. Dün Fener de usta ayaklar yoktu mücadele vardı. Zaten maçın da futbol adına söylenebilecek tek yanı da bu! Gerisi yorum tepiklemek olur gazate sayfalarında, ekranlarda,Adalarda,Modalarda...

Gürcan'la karar verdik maç sonu bayırda mağlubiyete içerken. Seneye Kadıköy derbisini izlemiyoruz. Çıkacağız bayıra. Telefonları falan her şeyi kapatacağız. Sessiz sessiz içip maç sonu aşağıya bira takviyesi yapmaya gittiğimiz yerde kim gelirse önümüze ilk maçın sonucunu öğreneceğiz. Ondan sonra ya sevinçten ya sinirden içmeye devam ederiz...
Gelelim yazının başlığına. Maçla doğrudan ilgisi yok. Ama ben çok sıkıldım artık şu turunculardan,siyahlardan,süt mavilerinden. Kardeşim bir futbol takımı kendi renklerini taşımıyorsa üzerinde, giydiği formanın tarihini bile unutur. Dün gece yukardaki fotoğraftaki gibi giyilmiş ve oynanmış derbiler. Madem 100 yıllık derbi, madem bir klasik. Peki Galatasaray'ın üzerindeki turuncu ne? Biz Hollanda mıyız? Neyiz biz? Nerde o koyu sarı ve vişne çürüğüne kaçan kırmızı... Uğur getiriyormuş da mış da miş de... Yılların geyiğidir Türk futbolunda. Şİmdi uğursuz geldi napacaksınız? Israrla ve inatla sarı-kırmızı parçalı formayı Ali Sami Yen'de ve rakip takımın renkleri ile örtüşmediği diğer stadlarda görmek istiyorum. İstiyoruz...

9 Kasım 2008 Pazar

Derbi


Sabah körü yola düşüyorsak peşin sıra
ne kupa ne şampiyonluğa...

O sene bu sene olsun...

Saat 19:00
Papazın Çayırında...

Yola dair...


Sabahın körü yollara düşeceğim...
İlk hedef karşı yakada takımıma son ses, son nefes destek vermek...
Sonrası mı?
Kütahya...
Hayatta hiç ama hiç özlemeyeceğim yerler olacağına inanmazdım.(Şu aralar çok fazla.) Ama Kütahya... Her gidişimde,her yola çıkışımda kendimle savaştığım şehir, nefes alamadığım şehir.
Trakya'yı 10günlüğüne dahi olsa Kütahya için terketmek çok koyuyor adama...
Daha şimdiden başladı sıkıntılar,dertler...
O yollarda olmayı düşünmek bile... Karnıma ağrılar saplanıyor...
Ne yapalım. Geliyorum ulan Kütahya...
Akıllı ol çünkü bende hiç kalmadı!

7 Kasım 2008 Cuma

Sadece sana yakışırdı...


Emre Aydın Mtv-Europe ödüllerinde en sevilen Avrupalı Şarkıcı seçildi...

karla karışık yağar hüzün
üstüm başım hep uzun kollu
benden iyi bilirsin
anlatmama lüzum var mı ?

gözlerim senden sonra
hep parçalı bulutlu
sen de baksan görürsün
bakmaya yüzün var mı ?

mutlu muyduk ki ? sade nefes aldık
bıktım artık uzatma, yaslan bana ağla

kal yanımda böyle sonbahar gelince
soysuzlar içinde kalma yalnızlığım
bak yenildik işte
zamanı gelince kalkarız belki de
dayan yalnızlığım

uzun yola gitmeden
iki koltuk ayırttım
seninkisi cam kenarı
sormana lüzum var mı ?

farkı yok ki geçmişten
ilk kez görmüş değilsin
hiç kuraya girmeden
hep kısa çöpü çekmişsin

mutlu muyduk ki ? sade nefes aldık
bıktım artık uzatma, yaslan bana ağla

kal yanımda böyle sonbahar gelince
soysuzlar içinde kalma yalnızlığım
bak yenildik işte
zamanı gelince kalkarız belki de
dayan yalnızlığım

Herkese göre değişir ama Emre Aydın deyince benim aklıma bu şarkı geliyor...

Sen Yorumcu isen


Beni futbolla ilgili aldığım her nefesten utandırdın...

Giydiğin Galatasaray forması inşallah her gece rüyalarına girer de bir daha ne Ali Sami Yen ne de İstiklal Caddesi görürsün...

Burgaz'da Lokal Akşamlar

Gündüz uyanamama ya da uyuyamama sendromu sayesinde uyandığımda saat 19:00dı. Sözde comche'yi iş çıkışı alıp tepelerden şehrimize bakıp arpa suyu içicektik. Neyse uyandıktan sonra aradığım commondantem lokal olsun buluşma yerimiz, maçı da orada izleriz dedi.
Maç için lokale ulaştığımda kendilerini formunda buldum.(Bu çocuğa sigarayı bırakmak yaradı.)Espriler ve arpa suları gırla gidiyordu. Maça kadar Akıllı tv. ve kuzenlerle yapılan muhabbetlerle saati 21:30 yaptık. Bangır bangır müzikten sonra kulağıma arkadan arkadan gelen Ömer Üründül melodileri çokta koymadı. Hele sahada bulunan beyaz formalılar o kadar güzel oynayınca, arpa suyu da aktı gitti zamanda... Sahada hoşuma giden Galatasarayla beraber sahadaki sarı kırmızı futbol topuydu.(topu gördüğüm anda bu maç bizim dedim.) Devre arası oynanan sigara kutusu yan gelirse,dik gelirse oyunu eğlenceliydi. Gecenin sonunu getiren Karan kaptana sevgilerimizle...Biz geceyi tepede bitirdik... Ama siz...
Pazara Kadıköydeeee....


Eusebio'nun önünde bu takımı yenmek bence çok anlamlıydı!

Avrupa'da Başka?


Bu akşam yine değişik bir Galatasaray izledik. Her maç farklı oynuyoruz. İstikrarsızlık işte ama yine de doğru işler yapıldığında övmekten de geri kalamayız!

İlk yarı pozisyon verdik ama verdiğimiz kadar biz de kaçırdık! İkinci yarı tempo yapan ve pozisyon vermeyen bir takım... İşler böyle dönmeli zaten Avrupa'da... Kehanet olmasın ama Benfica bu gruptan çıkamaz. Kadrosu sağlam ama oyun anlayışında var bi sakatlık!

Bu maç için şeref listem: Lincoln,Arda,Ümit Karan,Ayhan ve Emre...

6 Kasım 2008 Perşembe

Siz Bu Değildiniz

Küçükköy:3 LÜLEBURGAZ:0

Olmuyor ama böyle...
Silkinin kendinize gelin!
Stad dışı olaylar varmış ama bu mu yani?

Tierra: Takım otobüsünde cam kalmamış! Delikanlı çocuklar bu Küçükköylüler maşallah...

5 Kasım 2008 Çarşamba

En Yakışıklı Hislerimle

Geçen gün Bakırköy’ün işlek bir caddesinden koştura koştura yürüyorum. Önümde iki liseli yürüyor tam onları sollarken içlerinden cılız olanı “ay ne yakışıklı çocuk” diye mırıldanıyor. Ve önündeki trafik levhasının direğine kafayı toslamaktan son anda kurtuluyor. Ben nerem yakışıklı diye karşıya geçerken, en sakallı ve her biri ayrı telden çalan saçlarımla bir anda havaya mı giriyorum ne? Beynimin arkalarından bir dizi artistini gözümün önüne getiriyorum. Yürüyüşüm anında değişiyor. Birazdan eve gidip çoraplarını bir köşeye atıp televizyonun karşısında spor programı izleyecek ben değilim de; kanunsuz adamların teksas pokeri çevirdiği bir mekanı basacak, cemiyetin en hızlı silah çeken dedektifi moduna giriyorum. Libidom tavan yapmış! Neden liseli kızın birinden 2 saniyelik güzelliğime övgü duydum diye! Len ben o kızı tanımıyorum bile…
Sonra bir zamanlar şehirlerarası otobüs yolculuğunda (Yılmaz Erdoğanlaşmaya gerek yok. Alt tarafı otobandan yağ gibi kayan bir otobüsün içinde, 2 saatlik yolculuk…) “güzellik işe yaramıyorsa bir hiçtir” gibisinden bir laf okumuştum. Kim etmiş bu kelamı hatırlamıyorum. İki tahminim var gerçi: Biri Şekspir öteki Nietzsche… Biri tiyatronun asil çocuğu,öteki Zerdüşt’ün buyuran çocuğu… Nasıl bir bağ kurduysam aralarında artık! Neyse dağılmayalım. Okuduğum lafa gelelim… Kendimi fazla beğendiğim zamanlarda okumuştum bu lafı. (Yanlış anlaşılmasın fiziksel olarak, yoksa ruhsal olarak yerlerde sürünüyorum!) Hatta birilerine de mesaj atmıştım, “bak böyle bir laf var” diye, gelen cevapla dumur olmuştum: “Ee, ne yapayım şimdi!” Hakkaten ne yapacaktı o zaman! Boş işler ve ben oyununu oynamıştım, otobandan bir otobüsün içinde yağ gibi kayarken. Alacağın olsun Selocan, her yerde çekmek zorunda mısın?
Bu akşam da Taksim’den dönerken yanıma bir kız oturdu etine dolgun birisiydi! Aklıma bu sabah okuduğum bir haber geldi. Şişman kadınlar daha iyi sevişirmiş… Yine beynelmilel bir araştırmaymış… Yahu ne var bunda dedim! Biz Türk erkekleri yıllar önce işi çözmüşüz zaten. Boşuna mı balık etli hatun hastasıyız?
Son olarak yeni başkanımıza başarılar demek istiyorum! Hani M.L.King’in bir hayali vardı ya, bu Barrak’ın şirketleşmiş Amerikan başkanlığı oldu… Şanslı pezevenkmiş! Sen işini bilirsin başkanım. Çok yaşa başkanım. Dualarımız sizinle. Ne de olsa din kardeşiyiz! Ehe ehe ehe… BİTTİ.

Bu Dünyada Herkes Hoca...

TSL'de 10.haftaya geldiğimizde hoca sirkülasyonu bir anda hız kazandı.Hatta Antalya 3. teknik adamıyla anlaştı.Bunlar basiretsiz yönetimlerin plansız kararları sonrasında meydana gelen olaylar. Daha çok başkanların tek adam siyasetlerinden ileri geliyor. Ülkemizde başkanlar hocaların kendilerine biat etmelerini isterler, takıma karışmak isterler hatta devrearasında soyunma odasına inip taktik vermek isterler.Biz bunlara hep alışıktık bugüne kadar.Ama bunun Avrupa'da olması çok şaşırtıcı oldu. Hem de İsviçre gibi futbol fanatikliğinin(sevgisinin)üst düzeyde olmadığı bir ülkede.

İsviçre Süper Ligi takımlarından FC Sion'un başkanı Christian Constantin(ki aynı zamanda kulübün sahibidirde.) Almanların efsane topçularından Uli Stielike'nin sözleşmesine son verip, takımın başına kendisini getirdi. Başkan herhangi bir lisansı bulunmamasına rağmen takımıyla beraber ilk antremanına da çıktı. Kendisi ilk yarı sonuna kadar takımı çalıştıracağını açıkladı.

Tamam bizdekiler daha bu kadar abartmadı ama bu hikaye bize çok tanıdık değil mi?

4 Kasım 2008 Salı

Trakya Futbolu

Blog aleminde Trakya konulu postlar yer alırken, bizim de bundan uzak durmamız mümkün mü? Biraz Emre'nin kışkırtmasıyla, klavyemden aşağıdaki satırlar dökülmüştür...



Trakya futbolu, geçmişin sararmış yaprakları gibidir... Futbolun en batısında yer alır ama batıya özgü ne kadar doğru (bir diğer bakış açısına göre yanlış) varsa futbol deyince işler değişir ve bir sürü yanlışı kontralar! Üç başlıkta ele almak gerek bu yanlışları... Bu başlıklar sırasıyla; yöneticiler(idareciler),antrenörler(topçu eskileri) ve halk(taraftar)...

1-Yöneticiler(İdareciler):Trakya'da yöneticilik nerden bakarsanız bakın vitrine çıkma işidir. Profesyonel bir takımda yönetici iseniz ilçenin ya da beldenin yeni palazlanmaya başlayan küçük burjuvalarından birisinizdir. Çünkü futbol dışında her hafta kitlelerin önüne çıkacağınız fazla mecra yoktur! ("particilik" de olur ancak seçimler genellikle 4 yılda bir yapılır ve dolayısıyla sahnede fazla görünemezsiniz) Yöneticinin işi sahne önü şova dönüşür bu yüzden. İlk falsoları da vizyonlarının ya olmaması ya da çok dar olmasıdır. (Ki vizyonu olan biri ilk kongrede alaşağı edilecektir) Vizyon kelimesinden ne anladıkları da meçhuldür. Şehrin mülki amirlerine yapılan ziyaretleri, kulübün vizyonu olduğunu sananlar vardır içlerinde! Oysa yapmaları gereken tek şey kulübü idare etmektir. Onun dışında her işe bakarlar. İkinci falsoları altyapıya önem vermemeleri. Takımın altyapısına önem vermedikleri gibi bölgede tarama yapacak adamları da görevlendirmezler. Bu işe talip olanlar varsa da göreve getirilir ancak onlar da ilk fırsatta alaşağı edilir! Günlük kaygılarla hareket eden bu yönetici modelini, Trakya'nın hemen her köşesinde görebilirsiniz! Kısır döngü gibidir idarecilik, çok iş yapıyor gibi görülür aslında hiçbir şey yapılmaz ve her sezon sonu mutlaka olağanüstü kongreye gidilir.

2-Antrenörler(Topçu Eskileri):Trakya'da antrenörler kendilerini geliştirmezler. Çoğu topçu eskisidir ve antremanları klasiktir. Önce düz koşu ,ardından açma-germe hareketleri ve çift kale maç... Kendi dönemlerinde bildikleri şeyler 20 sene önce kalmıştır ancak bu açıklarını süper ligde maç izleyerek kapatacaklarını sanırlar. Çoğunun elinde bırakın spor için yazılmış teorik kitaplar olmasını, roman bile göremezsiniz.Pedagojik eğitimleri yoktur! Amatör kulüplerde antrenör olduklarından bu işe de fazla kafa patlatmazlar zaten. Sigara dumanından is kokan kahvelerde veya birahanelerde, gece yarısına kadar kağıt veya okey oynarlar! Topçu eskileri bir nevi kuralları yazılı olmayan cemiyetler gibidir. Akademik eğitim almış ve bu işin kitabını bilen gençleri aralarına pek almazlar. (Zaten spora çok da önem verilmeyen bir ülkede spor akademisinden mezun olup işşizlikten kırılan bu gençlere bir süre sonra atalet duygusu gelir yerleşir. Onları da bir köşe başında elde bira içerken görürsünüz!)

3-Halk (Taraftar):Trakya insanı çok rahattır. (Bu rahatlığın ne olduğu tam olarak tahlil edilmese de; ekonomik rahatlık, bir dalı ekseniz seneye yeşertecek bereketli topraklar olduğu düşünülür çoğu zaman.) Bana göre yüksek okur-yazarlığı da, sosyal demokratlığı da bu rahatlıktan kaynaklanmaktadır. Futbola da bu rahatlık penceresinden bakarsak futbolun aslında Trakya'da bölgesel olarak çok da önemsenmediği sonucu ortaya çıkar. Maça gidip iyi futbol seyretmek ilk amaç olsa da, maçın gidişatına göre küfür ederek -ama ne küfürler- rahatlama amacına her an dönüşebilir. Takım kötü gidiyorsa tribünler boştur! Bir şehir ve takım bilinci yoktur yani. Trakya'da baskılanmış gruplardan ya da varoşlardan çok yetenekli çocuklar çıksa da, onları yönlendirecek bir büyükleri olmadığından bir süre sonra kaybolur giderler!


Bu yanlışlara bir de sorunlar eklenince Trakya futbolu içler acısı hale dönüşmüştür. Trakya'da bir şehir takımının gelir gider dengesi bir türlü dikiş tutmaz. Kabaca bir takımın geliri: Bilet+iddia payı+yayın hakları (az da olsa)+reklam gelirleri+otopark(ve kira gelirleri)+yerel yönetimin yardımları+toplanan bağışlardır. Bu saydıklarım profesyonel bir takım için geçerlidir. Amatör bir takım ise yetiştirme payı ve bağışlar dışında diğer gelir kalemleri kafadan silinir. Bu durumda ekonomik bakımdan yerlerde sürünen bir takımın, başarılı olması anca mucizelere kalır! (Üst liglere futbolcu satarak gelir elde edilmesinden bahsedemiyoruz çünkü profesyonel ligden ne kadar uzaksanız, bu gelir kalemi ortadan kalkar!)


Çoğu Trakya takımına yerel yönetimlerin yardım etmesi beklenir ve çoğu belediye de bu yardımı bütçeleri ölçüsünde yapar ancak bu yardımların bana göre günü kurtarmaya gitmesi sorunu daha da büyütmekten başka bir işe yaramaz! Vizyonsuz yöneticiler işte burda işin içine girerler. Onlara göre o sırada topçunun maaşı ödenmelidir. Oysa Trakya ,ne acı ki, tesis yoksunu bir bölgedir. Hemen hemen her şehirde GSGM bağlı bir şehir stadı bulunur (ki çoğu kulüp stad kiralarını dahi ödeyememektedir) onun dışında, bırakın antreman tesisini ikinci bir çim saha bulmak bile imkansızdır. Takımlar her hafta bir köy sahasından öbürüne sürüklenir durur. Vizyonu olan yönetici olsa alınan yardımı tesis yapımına harcasa ileri için çok sağlam adımlar atılacaktır. Tesisi olan, gelişmiş bir altyapısı olan hangi futbolcu ya futbolcu adayı, bu güzel ve rahat şehirlerde yaşamak istemez ki...

Trakya bölgesinde gelişmiş sanayi ilçeleri mevcuttur ve çoğu bağlı oldukları illeri geçeli yıl olmuştur. Sırasıyla bu ilçeler; Çorlu,Lüleburgaz ve Çerkezköydür! Lüleburgazspor dışında (ve Trakya'nın bütününde) profesyonel başka bir takım yoktur! Paranın ve gücün döndüğü bu ilçelerde, takımlar amatör kümede mücadele etmektedir. (son yıllardaki adı ile Süper Amatör Ligi) İşin ironik yanı da budur ve bana göre yol yine vizyonsuz yöneticiye çıkar!

Bu kadar sorunun olduğu bir coğrafyada, futbol adına işlerin düzgün gitmesini beklemek de en hafif tabirle saflık olur! Hani çözüm önerin neler derseniz, onları da şöyle sıralayabilirim: Yerel yönetimler ile kulüp yöneticilerinin ortaklaşa hareket ederek, spora yatırım yapmaları. Altyapıların iyileştirilmesi ve tesislerin yapılması ancak böyle olur. Zaten o kadar fabrikanın olduğu bir bölgede,sponsorluk anlaşmaları ile paranın bulunması hiç zor değildir.Ancak düzgün projeler yapılırsa... Ufak nüfuslu ilçelerde bile en az 10 amatör takımın yer aldığı bir bölgede, futbolcu taraması yapacak ve yetenekli gençleri altyapılara kazandıracak ekiplerin oluşturulması da başka bir çözüm yoludur bana göre! Hem de bu çözüm yolları öyle milyon ytl'ler istemez...Ve şu 3 büyüklerin futbol okulları iyidir hoşdur da, hani Trakya futboluna katkısı ne kadardır? Bu okulları şöyle Trakya'da 3 büyüklerin ve diğer süper lig takımlarının pilot takımları şekline dönüştürmek daha işlevsel olur bana kalırsa...

Başladığımız yere geri dönelim. Geçmişin sararmış yapraklarını çevirelim.Lüleburgazspor 3.ligde son şampiyonluğunu yaşadığı 1994-1995 sezonunda, oynadığı 14 takımlı 9. Grupta tam olarak 7 Trakya takımı vardı. Bunlar Tekirdağspor,Çerkezköy Belediye Spor,Babaeskispor,Keşanspor,Uzunköprüspor ve Malkaraspordur... Aynı yıl Edirnespor ve Çorluspor da 2.ligde mücadele etmektedir.Lüleburgazspor'un amatöre düştüğü sezon olan 2001-2002 sezonunda 19 takımlı 3.lig 5.grupta, 4 Trakya takımı kalmıştır. Ve bunlar da Edirnespor ve Çorluspor gibi 2.ligde uzun yıllar kalmış takımlar ile Tekirdağspor'dur! Ve sonraki yıllarda peşpeşe yapraklar dökülür. Lüleburgazspor'un tekrar 3.lige döndüğü 2007-2008 sezonunda artık Trakya'da profesyonel takım kalmamıştır ve şu anda tek takım olarak yoluna devam etmektedir.

Son olarak "Lüleburgaz Mucizesi " ni ortaya çıkaran ekip ve futbolcuların çoğu Lüleburgaz ve çevresindendir. Yani bu topraklarda doğru zamanlarda doğru işler yapan insanlar da çıkmıştır.Yaşım yetmiyor o günleri anlatmaya, kim bilir ne hikayeler vardır ama o hikayeleri anlatacak adamları bulmak sorundur. Hele şimdi çoğu 50'li yaşlarını sürerken...


Şakayla bitirelim bu postu:Zinedin Zidane'nın bile 5 dakika olsa da top teptiği bu topraklarda,neden 10 yıl sonra süper ligde bir takımı olmasın? Şaka mı yaptım ben şimdi, ya da çok şey mi istedim?

Her sevmek, hem de nasıl beklemektir!..

2 Kasim 2008

Hincal Uluc

Ümit Yaşar'ın Ayrılanlar İçin'ini Timur Selçuk ezberletmişti hepimize.. Meğer bir de "Bekleyenler İçin'i" varmış, bu birbirinden güzel aşk şiirleri yazan ustanın..
Bugünün gençlerine üzülüyorum, birbirlerinin kulağına aşk şiirleri fısıldamıyor, Ümit Yaşar'ı tanımıyorlar. Özdemir Asaf'tan haberleri olmadığı için, "Bir kelimeye bin anlam" yükleyip birbirlerine seslenemiyorlar.. "Üçüncü Şahsın Şiiri"ni yazan Atilla İlhan onlar için Cumhuriyet'in politik yazarı..
Daha eskilere, Necip Fazıl'lara falan gitmiyorum, mesela Beklemek üzerine o muhteşem satırları yazan.. "Ne hasta beklerdi sabahı/ Ve ne genç ölüyü mezar/ Ne de şeytan bir günahı/ Seni beklediğim kadar" diyen Necip Fazıl'ı..
Geçen hafta Yalın'ın "Bir Tanem"ini yazmıştım.. "Bir Tanem" nedir onu anlatarak.. Meğer ne çok insanın içindeymiş, bu iki minik sözcük.. Telefonlar.. Fakslar.. Emailler.. Hiç aklımdan geçmeyen kişiler "Kestim sakladım" diye telefon ettiler..
İnsanın "Bir Tanem" diyeceği birinin olması harika bir şey.. Onu anlatırken, bir iki satır da, Bir Tane'yi beklemeyi anlatmıştım.. Mazoşist bir coşku ile beklemeyi..
Bekleme acısını tatmanın güzelliğini yazmıştım, araya sıkıştırıp.. Oysa üzerine romanlar yazacak kadar uzun konuydu..
Bir Tanem'den evin anahtarını geri istemiştim, bir defasında.. Bu eve bir daha gelme" anlamına değil tabii.. O belki de öyle anlamıştır bilmem..
Evin anahtarının onda olması nedir, bilen bilir..
Günün her saatinde, dakikasında, anında beklersiniz.. Anahtarı var ya.. Canı isterse gelebilir.. Ne zaman canı isterse..
24 saatin 24'ünde de beklemek.. Her gün beklemek.. Durmadan beklemek.. Can mı dayanır?..
Gelmez haspam..
Anahtarı geri alınca işkence bitti sanırsınız.. Öyle ya, artık her an beklemek yok.. Geleceği zamanı bildirir, telefon edip, siz de sadece o anı beklersiniz biter gider.. Keşke o kadar kolay olsaydı.. Bu defa bir başka bekleyiş başlar.. Bu defa telefonun zilinin çalmasını beklersiniz.. Çalan her zilde onun sesini beklersiniz.. Dahası sürpriz yapmasını, ışığı görüp aniden kapıyı çalmasını beklersiniz.. Çalan her kapı zilinde onu beklersiniz..
Çünkü aslında sevmek, hem de nasıl beklemektir..
Bir dost "Beklemeyi yazmışsın, ama senin yazdıklarını yıllar önce hem de nasıl anlatan Ümit Yaşar'ın dizelerinden haberin yok, belli dedi..
Yoktu gerçekten.. Ben ki, Ümit Yaşar'ı ezber bildiğimi sanırdım..
"Yolla" dedim..
Yolladı..
Bu dizeleri satır satır okuyun.. Her satırı on kez okuyup, yüz kez düşünün.. Hiç böyle beklediniz mi?.
Hiç böyle beklendiğinizi düşündünüz mü?..
Hey koca Ümit Yaşar.. İşte Bekleyenler İçin!..

Bir ayak sesi duymayayım
Kapıya koşuyorum
Gelen sen misin diye
Bir sarı saç görmeyeyim
Yüreğim burkuluyor
Ağlamaklı oluyorum.
Her şey bana seni hatırlatıyor
Gökyüzüne baksam
Gözlerinin binlercesini görürüm
Bir rüzgar değse yüzüme
Ellerini düşünmeden edemem
Yaktığım bütün sigaraların dumanları sana benzer
Tadı senden gelir
Yediğim yemişlerin İçtiğim içkilerin
Ve içimdeki bu dayanılmaz sıkıntı
Bu emsalsiz hüzün
Seni beklediğim içindir.

Resmine bakamaz oldum
Uykulardan korkuyorum artık
Utanıyorum odamdaki bütün eşyalardan
Şu sedir hala gelip oturmanı bekliyor
Şu ayna karşısında güzelliğini seyretmeni
Şu kadeh dudaklarına değebilmek için duruyor masada.
Ve şu saat geldiğin anda
Durabilir sevincinden
Zaman çıldırabilir
Çünkü benim dünyamda
Ölümsüzlük, seni sevmek demektir.

Bir çocuk doğmayı bekler
Bir ağır hasta ölmeyi
Bitkiler yağmur ve güneşi bekler
Yalnız bir kadın sevilmeyi
Ve düşün ki bir adam
İçinde bütün bekleyenlerin korkusu ve ümidi
Seni bekler
Asılmayı bekleyen bir idam mahkumu gibi.
Sen gelinceye kadar
Pencerem kapalı duracak
Rüzgar gelmesin diye
Artık perdeleri açmayacağım
Gün ışığı girmesin diye
Sonra kahrolacağım
Bu karanlıkta, bu derin yalnızlıkta
Ve günlerce gecelerce haykıracağım
Nerdesin diye, nerdesin diye,

Bir gün bu kapıdan sen gireceksin
Biliyorum
Ergeç bu bekleyişin bir sonu gelecek
Yıllarca sonra
Öldüğüm gün bile gelsen
Bütün bu bekleyişlerimi ve öldüğümü unutup
Çocuklar gibi sevineceğim
Kalkıp sarılacağım ellerine
Uzun uzun ağlayacağım.

"Öldüğüm gün bile gelsen.."
Böyle bekleyiş olur mu?.. Olur dostlarım olur..
Öyle beklersen, kavuştuğunda öldüğünü bile unutursun gerçekten.. Öldüğünü de.. Öldüreni de..
Şiir güzel şey dostlarım.. Sevmek kadar güzel..

3 Kasım 2008 Pazartesi

Balık ve Salata Üstüne Futbol Kulübü


Emre "ben yemeğe gidiyorum sonra görüşürüz" dediğinde, biz de ya dışarı çıkacaktık ya da yemeksepeti takılacaktık! İçimden de o sırada bir balık yeme isteği fırladı ve attım kendimi "Meşhur Balıkçınız Bayram'a". (Mekanlara isim verme yoksulu olduğumuz burdan belli! Böyle bir isim koymak kimin aklına gelir, üstelik bir balıkçıya...) Genelikle hangi aylarda hangi balığın yeneceğini bildiğimden, bu ay küçük balık diyorsanız yenecek tek şey istavrit. Büyük balıklarda da palamut ve çinekop ama o bizim bütçeyi aşar! Neyse istavriti söyledim yanına da mevsim salatası, afiyetle yedim. Saate baktım. Futbol Kulübü saatine 5 dakika var. Koşarak çıktım mekandan, Carusel'in önünden fırlayarak geçtim ve eve girdim. Açtığımda yeni başlamıştı program ama nedense balıkçıda yan masadaki kızın, Türk kahvesi istemesinden mi bilinmez; bir kahve yapmaya mutfağa daldım. (Bilenler bilir pek kahveci değilimdir ama sevgili annem sağolsun -kahve hastası olduğundan- İstanbul'a geldiğinde o alır dolaba koyar bir tane Kuru Kahveci Mehmet Efendi... ) Ocağa cezveyi sürüp, içeri döndüm ancak taşma sesini duyar duymaz bugünkü ikinci deparımı mutfağa attım. Çok şükür kahvenin çoğunu kurtardım ve tv'nin karşısına geçtim.
Bu program pazartesi spor programlarımın mutlak favorisi artık! Okay Karacan, Uğur Meleke ve Mehmet Demirkol üçünü de farklı bulurum futbol üzerine konuşan cemiyette... 90 Dakika'daki Hıncal ve Mahdumları durumu yoktur bu programda! Belki de bundan ilk günden favorim olmuştur. Okay Karacan değişik bir program yöneticisi, adamı kışkırtıyor. Karşısında kim olsa konuşabiliyor onun sayesinde. Mehmet Demirkol ise suyun öte yanından beğendiğim ender yorumculardandır. Hıncallaşmadığı sürece aklı başında yorumları dinlemek mümkündür ve ısrarla istenir! Uğur Meleke ise sabaha kadar konuşsun keyifle dinlenir. Cemiyetin bir başka farklı adamı da odur benim gözümde.
Okay Karacan incileri mi oluşucak bu programda nedir: "Eli silahlı 6 adam bekliyor büyükleri." "3 büyükler deplasmanlardan dayak yiyip geliyorlar!" "Teşekkür ederim yeşil köşe!( Demirkol'a ufak bir taş)"

Fuat Akdağ ile bulunduğumuz bir ortamda Okay Karacan bahsi açıldığında, "Okay farklı şeyler istedi ve biraz ön plana çıkmak istedi, biz de onun istediklerini veremedik ve yollarımız ayrıldı "demişti! O zaman üzülmüştüm de şimdi bakıyorum, bence iyi olmuş biz izleyiciler için. Okay Karacan'ın duyguları nedir bilemeyiz tabii ki...
Son olarak Uğur Meleke'yi yazıları ile Milliyet'te göremiyoruz. Habertürk'ün -eli kulağında- gazetesine geçmiş diyorlar... Doğruysa ona da hayırlı olsun.

Daddy Cool


Alt Başlıklar:

"Harry Cool"
"Sen İşini Bilirsin Arda"


Boney M versiyonu:


Bu da Placebo versiyonu:


Oldu mu şimdi bu? Daha şimdiden heyecan bastı beni, nasıl gelecek o pazar?

Massa


"Bir puanla kaçırdık. Nasıl kazanılacağını da, nasıl kaybedileceğini de biliyorum. Bu, hayatımın bir sayfasıydı. Şimdi bugünden çıkaracağımdan dersler olacak, fakat şu an çok duygusalım.Benim için çok duygusal bir gün. Herşeyi mükemmel yaptık fakat Lewis, Glock'u geçti, gerçekten çok duygu yüklüyüm, fakat yarış işte...''

Hani gönülleri şampiyonu denir ya Massa bunu hak etti.

2 Kasım 2008 Pazar

Yakışan Neydi? Unuttunuz mu?

İçerde ilk mağlubiyeti aldık.Aslında bayağı zamandır bağıra bağıra geliyordu bu yenilgi ya bugüne kısmetmiş.Gün itibari ile Ahmet'le bu takımın alakası kalmamıştır bana kalırsa.Zeki Hocam sen işini bilirsinde 10dakika önce oyuna aldığın adamı oyundan çıkarmak nedir?Hadi çıkardın,yerine soktuğun ondan beter.
Sonunda Comche'de Volkan saflarına katılıp Ulaş'tan ümidini kesti.Ki gene iyi bile dayandı kendisi.
Ama nolursa olsun Erçağ!!!
Şu bir nebze olsun galibiyeti haketmediğimiz haftada bize galibiyeti hediye edicekti.
Tabii altıpasa kestiği topları ıskalamayıp kaleye atmayı beceren olsa.
Neyse sağlık olsun.Belki kendilerini toparlar ama en yakın iki rakibinin puan kaybettiği hafta puan kaybetmek olmadı ya.

Lüleburgaz:0 F.Karagümrük:1

Ha bu arada sayın Vali'm yavşaklığı en üst düzeye taşıdık sayenizde var olun.

Siyami bey Üsküdar maçında 50lira istiyoruz kapalıyı.Kapatın toptan stadı Burgazlılara.Solmaz Doğan'ı da koyun kapı girişine.Geçen hafta Yalova maçı çok havalandırmış.Burnumuzun üstüne böyle çakıldık işte...

Tierra'nın kaçırdığı ilk maçı kaybettik.Kınıyoruz kendisini totemi bozduğu için.

Halloween Çoşkusu


Tamda sosyete halloween'i nerde kutlamis haberleri baslamisken, Amerika'dan bildiriyim istedim.....Kasabasindan sehrine inanilmaz bir kiyafet sov vardi, FBI ajani kiligina giren kizlardan, hemsire fantezilerine ne biliyim holiganindan film kahramanina cok cesitli insanlar gordum....bizim turklerde fena ayak uydurmadi aslinda, ben bile bir ara acaba diye dusundum yani kiyafet alsam mi diye ama ben bana yeterince degisik bir hareket yaparak ARMIN VAN BUUREN canli performansa gittim ve inanin trance muzik hastasi oldum....cok elestirdigim cok anlamsiz buldugum bir muzik turunun beni sahne sovlari dahil bu kadar etkileyicegini hic dusunmemistim...COLLATERAL filminin saygidan daha once PAUL OAKENFOLD a gitmistim ve eglenmistim ama dun gece niye OAKENFOLD dj listlerde 14 uncu ARMIN VAN BUUREN 1 inci cok daha iyi anladim....bu adam hindistandan japonyaya muthis bir turneye cikiyor acaba christina aguilera yi o sapsal programa cikaran yapimcilar neden ulkemize boyle bir adami davet etmezler yada bu sansi vermezler ilgili insanlara hic anlamayacagim....TIESTO defalarca getirildi, yani TIESTO suan 2 numara olsada birinciyken geldi, bu demekki bu kadar zor degil aslinda bu organizasyonlar fakat nedense insanlarin modasi biraz gecince ulkemize davet ediyoruz bu da benim canimi SIKIYOR...cunku artik ucuncu dunya ulkesi imajini kabullenmemiz lazim, eger adam zirvedeyse onu zirvedeyken davet etmek, gozden dusmesini beklememek lazim....herneyse alakasiz bir konuyla giris yaptim ama onumuzdeki donemde bu tur organizasyonlari gormek istiyorum, mesela bir MADONNA olmeden izlenilmeli hemde ISTANBUL'da....neden olmasin ki?.....bu arada ek bilgi dj listlere cok yeniyim ama son siralama 1)ARMIN VAN BUUREN (A state of trance diye yeni albumu cikti)
2)TIESTO
3) PAUL van DYK.....ki kendisi bence 1 numara olmali....umarim onuda 5 aralikta izlicem....

TRANCE deyip gecmeyin, bir garip dunyaymis:))